Asil Eşiyok Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 4.Sınıf
6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan Kahramanmaraş merkezli deprem pek çok kentte yıkıma ve maddi ve manevi kayıplara yol açmıştır. Bunun akabinde çeşitli hak ihlalleri yaşanmış, devlet bu ihlallerin giderilmesi için maddi ve manevi edim yükümlülüğü altına girmiştir. Bu çerçevede, depremde ihlal edilmiş ve bireysel başvuruya konu edilebilecek haklar sıralanacak ve bu haklara yönelik ihlaller Anayasa Mahkemesi kararlarıyla örneklendirilecektir.
Bir hakkın bireysel başvuruya konu edilebilmesi için bu hakkın hem 1982 Anayasasında hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde tanınmış olması gerekmektedir. Bu bağlamda deprem nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinden yaşam hakkının ihlali, işkence yasağının ihlali, mülkiyet hakkının ihlali, örgütlenme ve toplanma hakkının ihlali, düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlali bireysel başvuruya konu edilebilecek ihlallerdir. Bu haklara ilişkin ihlaller AYM kararları ışığında aşağıda ayrı ayrı incelenecektir.
1)YAŞAM HAKKININ İHLALİ
Yaşam hakkı, 1982 Anayasası’nın 17.maddesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2.maddesinde tanınmıştır. Anayasanın 17.maddesinin 1.fıkrasına göre; herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ilgili maddesinde ise yaşam hakkının yasayla korunacağı belirtilmiştir.
Yaşam hakkının tanımına ilişkin genel bir çerçeve sunduktan sonra, bu hakkın Kahramanmaraş-Gaziantep depremleri ile olan ilişkisini somutlaştırmak için Anayasa Mahkemesinin 2014/16482 sayılı ‘’Mehmet Ali Emir ve diğerleri’’ başvurusu hakkında verdiği kararı ele almak yerinde olacaktır. Anılan olayda, 2010 yılında gerçekleşen Van depreminde kamu görevlilerinin bir otel binasının kullanılmaya elverişli olduğunu belirttikten sonra ikinci bir depremin vukuu bulmasıyla otelde bulunan yirmi dört kişi yaşamını yitirmiştir. İlgili kararda Anayasa Mahkemesi, pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi olduğunu belirtmiş, devletin öncelikli olarak yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapması ve bununla yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri alması gerekliliği üzerinde durmuştur. Bunun yanı sıra mahkeme, devletin yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamında, meydana gelen afet olaylarına ilişkin olarak kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüklerinin korunmasının, ölüm ve yaralanma olaylarının önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasının bir zorunluluk olduğuna vurgu yapmıştır. Mahkeme, kararında yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiği iddiasını kabul edilebilir bulmuş ancak bu hakkın ihlal edilmediği kanaatine varmıştır. Bu karar, devletin yaşam hakkını korumaya yönelik pozitif edim yükümlülüğü bulunduğunu vurgulaması açısından önem arz etmektedir. Binaların yapım aşamasına ilişkin olarak devlet tarafından caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapılması, 6 Şubat depreminin yarattığı kayıplar göz önünde bulundurulduğunda son derece elzem hale gelmiştir.
2) İŞKENCE ve KÖTÜ MUAMELE YASAĞININ İHLALİ
1982 Anayasasının 17.maddesinin 3.fıkrasına göre, kimseye eziyet ve işkence yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3.maddesinde hiç kimsenin işkenceye veya insanlık dışı aşağılayıcı muameleye veya cezaya tabi tutulamayacağı belirtilmiştir.
Deprem sonrasında ‘’yağmacılar’’ olarak adlandırılan gruplar tarafından gerçekleştirilen ve çeşitli medya platformlarında görünür hale gelen olaylarda güvenlik güçlerinin orantısız müdahalesi kamuoyunda tartışmalara yol açmıştır.
Anayasa Mahkemesi, Özgür Ulaş Armutçuoğlu başvurusuyla ilgili verdiği kararda, Anayasanın 17.maddesinin 5.maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete, kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma yükümlülüğünü yüklediğini ifade etmiştir. Ayrıca Mahkeme, devletin kötü muamele yasağına karşı pozitif edim yükümlülüğünün usule ilişkin boyutunun olduğu, her kötü muamele olayının sorumlularının belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesi gerekliliğinin üzerinde durmuştur. Somut olayda, markette yaşanan bir tartışma neticesinde market sahibi polis çağırmış, sonrasında başvurucu ve polis arasında arbede yaşanmış, sağlık raporu neticesinde başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu karar, deprem sonrasında ‘’yağmacılara’’ yönelik güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen kötü muamele olayları için örnek teşkil edebilir. Hem karara konu olan olayda hem de depremin akabinde yaşanan kötü muamele olaylarında devletin pozitif yükümlülüğü olduğu kabul edilmektedir.
3)MÜLKİYET HAKKININ İHLALİ
1982 Anayasasının 17.maddesine göre, herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 numaralı ek protokolünün 1.maddesinde de her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı olduğu ifade edilmiştir. Mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin 2018/6182 sayılı ‘’Sedat Şanlı’’ başvurusuna ilişkin kararı örnek verilebilir. İlgili kararda, başvurucu deprem sonrasında kendisine kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Yine Anayasa Mahkemesi daha önce örnek olarak verdiğimiz kararlarında da olduğu gibi devletin sadece temel hak ve özgürlüğe müdahale etmemekle yetinemeyeceğini, aynı zamanda birtakım pozitif edim yükümlülükleri olduğunu vurgulamıştır. İlgili olayda Mahkeme, idarenin yükümlülüğünde olan tapu kaydının düzenlenip düzenlenilmediği araştırılmadığından mülkiyet hakkına ilişkin usule ilişkin güvencelerin yerine getirilmediği kanaatine ulaşmış ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bu karar bağlamında mülkiyet hakkının ihlalini 6 Şubat depremi çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutacak olursak, afet sebebiyle borçlanmaları yapılan hak sahiplerine yapılacak konutların kalıcı konut olarak tahsis edilmemesi durumunda bu karar örnek teşkil edebilecektir.
4)ÖRGÜTLENME ve TOPLANMA HAKKININ İHLALİ
Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden bir toplu teşekkül oluşturarak bir araya gelmeleri özgürlüğü olarak tanımlanabilir. 1982 Anayasasının 34.maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Keza Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11.maddesine göre herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak hakkına sahiptir.
Anayasa Mahkemesinin 2013/3924 sayılı ‘’Ali Rıza Özer ve Diğerleri’’ başvurusu hakkında verdiği kararı ele alacak olursak, anılan kararda başvurucular kolluğun orantısız güç kullanarak yaralanmalarına neden olmasının kötü muamele yasağı, ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir. Mahkeme, Anayasanın 34.maddesinin sadece barışçıl toplantı hakkını korumakla kalmadığını aynı zamanda bu hakka dolaylı olarak usulsüz sınırlamalar getirilmesinden kaçınılması yükümlülüğü getirdiğini ifade etmiştir. Mahkemeye göre, devletin toplantı ve gösteri yürüyüşünün barış ve güven içinde yapılmasını temin etmek amacıyla uygun önlemleri alma görevi bulunmaktadır. Kararın devamında: Ali Rıza Özer, Veli İmrak, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan’ın, kamera kayıtları ve bilirkişi raporu kapsamında polis barikatlarını aşmaya çalıştıklarına ve müdahaleyi gerektirir bir eylemleri olduğuna dair herhangi bir emare tespit edilememesine rağmen vücudunda yaraların oluşması ve Cumhuriyet savcılığının kararlarında bu yaraların polis müdahalesi sonucunda gerçekleştiğinin kabul edilmesi karşısında müdahalenin orantılı olmadığı belirtilmiştir. Kararın ‘’Hüküm’’ bölümünde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Bu karar göz önüne alındığında, 6 Şubat depremi sebebiyle üniversiteler için uzaktan eğitim kararı verilmesinin akabinde çeşitli şehirlerde kararas yönelik yapılan protestolara karşı kolluk güçleri tarafından yapılan orantısız müdahaleler sonucunda görünür hale gelen örgütlenme ve toplanma özgürlüğünün ihlali, bireysel başvuruya konu edilebilecektir.
5)DÜŞÜNCE ve İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLALİ
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10.maddesine göre herkes ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü kapsar. Buna paralel olarak, 1982 Anayasasının 25.maddesinde düşünce ve kanaat hürriyeti, 26.maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti tanınmıştır.
2013/2602 sayılı ‘’Emin Aydın’’ başvurusunda, başvurucu ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu başvuruda başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ifade özgürlüğü anlayışına atıfta bulunarak, sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekliliğine vurgu yapmıştır. Bunun yanı sıra düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün mutlak ve sınırsız olmadığı da belirtilmiştir. Kararın devamında kamu makamlarının negatif yükümlülük kapsamında Anayasanın 13. ve 26.maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamaması gerektiğinden, öte yandan devletin bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ifade özürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurulması gerekliliğinden söz edilmiştir. Kararın hüküm bölümünde başvurucunun iki farklı köşe yazısından birinde ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edilmediğine, diğer yazısında ise ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmedilmiştir.
Deprem sonrasında çeşitli televizyon programlarında yapılan haberler ve dile getirilen eleştiriler sebebiyle program durdurma ve idari para cezaları, gazetecilere yönelik tutuklamalar, sosyal medyada yapılan paylaşımlara yönelik gerçekleştirilen gözaltı kararları düşünce ve ifade hürriyetinin ihlali niteliği taşımaktadır. Anılan karara konu olan olayda gerçekleşen ihlal ile deprem sonrasında basına ve sosyal medya kullanıcılarına uygulanan yaptırımlarla ortaya çıkan ihlaller benzerlik göstermektedir.
KAYNAKÇA
Anayasa Mahkemesi, Selman Tumur ve diğerleri kararı, B. No: 2015/18754, 12/9/2019
Anayasa Mahkemesi, Mehmet Ali Emir ve diğerleri kararı, B. No: 2014/16482, 17/1/2019/
Anayasa Mahkemesi, Özgür Ulaş Armutçuoğlu kararı, B. No: 2014/16482, 29/6/2021
Anayasa Mahkemesi, Sedat Şanlı kararı, B. No: 2018/6182, 3/7/2019
Karan, U. Örgütlenme ve Toplanma Özgürlüğü Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Kitapları El Serisi-3, 2018
Anayasa Mahkemesi, Ali Rıza Özer ve diğerleri kararı, B. No: 2013/3924, 6/1/2015
Anayasa Mahkemesi, Emin Aydın kararı, B. No: 2013/2602, 23/1/2014
Anayasa Mahkemesi, Naif Bal kararı, B. No: 2020/6966, 15/5/2024
Comments